24.06.2011

çatlak dümbelek




Kelimelerden, mecazlardan, benzerliklerden medet umuyorum ama hiç biri tam anlamıyla işe yaramıyor; bir zamanlar aklımdan akıp geçen zengin imgelere en iyi olasılıkla güçsüzce yaklaşmaktan ileri gidemiyorlar.
Bir dizi çarpıtıcı prizma bir başkasını tanımamızı engeller. Stetoskop icat edilmeden önce bir doktor yaşamın seslerini, kulağını hastanın göğüs kafesine dayayarak dinlerdi. İki zihnin birbirine sımsıkı yapıştığını ve mikro - çekirdek değiştokuşu yapan terliksi hayvanlar gibi düşünce imgelerini doğrudan birbirlerine aktardığını düşünün : benzersiz bir birleşme olurdu bu.
Belki bir kaç bin yıl sonra böyle bir birlik gerçekleşebşlir - yalnızlığın nihai panzehiri, mahremiyetin nihai felaketi olur bu. Şimdilik böyle bir zihin eşlemesinin önünde aşılması güç engeller bulunuyor.
Önce imge ve dil arasındaki engel var. Zihin imgelerle düşünür ama bir başkasıyla iletişim kurmak için imgeleri düşüncelere, sonra da düşünceleri kelimelere dönüştürmek zorundadır. İmgeden düşünceye, düşünceden dile doğru bu ilerleyiş ihanetlerle doludur. Kayıplar olur: imgenin zengin, yumuşak dokusu, olağanüstü esnekliği ve yoğrulabilirliği, özel nostaljik duygusal renkleri - tümü, imgenin dile tıkıştırılmasıyla kaybolup gider.
Büyük sanatçılar imgeyi doğrudan imayla, mecazla, okurda benzer bir imge uyandırmaya yönelik dil ustalıklarıyla aktarmaya çalışır. Ama sonunda onlar da yaptıkları iş için kullandıkları araçların yetersizliğini fark ederler. Flaubert'in Madame Bovary'deki yakınmasını dinleyin:

"Gerçek şu ki ruhun doluluğu bazen dilin mutlak yavanlığı halinde taşabilir, çünkü hiçbirimiz ihtiyaçlarımızın ya da kederlerimizin tam ölçüsünü hiçbir zaman ifade edemeyiz ve insan konuşması, biz yıldızları eritecek bir müzik yapmayı özlerken, ayıların dans etmesi için üzerinde kaba vuruşlarla tempo tuttuğumuz çatlak bir dümbeleğe benzer."

Hiç yorum yok: