- Denize dökesim geliyor bazen bilinçaltımda yuvalanan her şeyi zira aklımı kemiren ne var ne yoksa geceleyin hepsi rüyamda. İtiraf etmeliyim ki çok yorucu bir durum bu.
- Sık sık ismimle müsemma bir insan olduğumu duyuyorum. Bu iyi bir şey mi? I ıhh. Anneannem ilk kız torununun adının Elif olmasını istemiş, kimse dinlememiş. Olsaymış keşke belki de böylelikle "dik durmayı" öğrenirmişim.
- Annem Manavgat'a gideli beri yalnızım evde.Tanrı'nın lütfu gibi bir şey bu yalnızlık. Ancak, aynı yemeği üç gün boyunca yemek durumunda kaldığım düşünülürse, kendimi tek kişilik yemek pişirme konusunda geliştirmeliyim diye düşünüyorum.
- Bilgi ve becerilerimi kendi memnuniyetim doğrultusunda kullanmadığım düşünülerek çevremdeki hemen herkesten işitmiş olduğum "kendini diri diri toprağa gömüyorsun" sözünü pek umarsamazdım ben. Sanıyorum ki artık umursamaya karar verdim. Toprak aldığını geri vermiyor çünkü !
- Yakın ve uzak çevremden hatta girmiş olduğum herhangi bir mağazanın gene herhangi bir tezgahtarından vermiş olduğum kilolarla(toplamda 16) ilgili güzel sözler duymak mest ediyor beni. Ancak herkesin diyet listemi yazıp göndermem için elime üstünde mail adreslerinin yazılı olduğu kağıtları sıkıştırıyor olmaları oldukça can sıkıcı. Google diye bir şey var, orada da binlerce diyet listesi var, gidin bakın işte kendiniz yormayın bünyemi. Haksız mıyım ama?
- Kendime feci şekilde iyi davranmaya başladım ben. "Kız nemrut, ne güzel oluyorsun (görece biliyorum!) sen sabahları" diyorum kendime. Çoğu insanın aksine sabah uyandığımdaki görüntümü severim ben. Günün geri kalan kısmında da hiç bakmam aynaya. Hal böyle olunca daha bir özenle fırçalanıyor o dişler, kremler sürülüyor, yanaktan makas alınıyor, Julia Roberts gibi kocaman sırıtılıyor.
- Dün gece böğüre böğüre ağladım. Üstelik annem duymasın diye yüzümü yastıklara gömmeden. Duvarlarda yankılandıra yankılandıra, hakkını vererek yani. Düşündükçe ağladım, ağladıkça düşündüm. Düşünüp ağladıkça da sabahı sabah ettim. Sonuç olarak, özgürce ağlayabiliyor olmanın dışında gene rahatlatmadı ağlamak.
- Annemin gitmeden evvel avluya yıkayayım diye bırakmış olduğu halıyı yıkamadan evvel oldukça heyecanlıydım zira bu ilk deneyimim olacaktı. Sanırım hep öyle de kalacak. Arap sabununun son kullanma tarihi geçmişti sanırım, hiç bir lekeyi çıkaramadığına göre :)) Hem benim uzmanlık alanım yemek ve temizlik sonuçta ve öyle kalmasında da hiç bir sakınca görmüyorum.
- Annemin yeğenlerime vermek üzere aldığı hariboların hepsini de ben yedim.Hiç pişman değilim. Son günlerde yemiş olduğum onca abur cubura rağmen bir kilo daha vermişken üstelik.
- İnsan istiyor ki kalbinde olan yanında da olsun. Belki her şart ve durumda değil ama bazen, bazı durumlarda. Olsun istiyor. Olmayınca da ucu bucağı görünmeyen yerlere doğru kayıyor zihin. Yıpratıcı, evet.
- Son zamanlarda bir hikayenin baş kahramanı olma arzusu peyda oldu bende. Siz, öyle bir hikayenin kahramanı oldunuz mu hiç? Ben hiç olmadım. Evet yaş 37, evet çok geç, evet biliyorum. Evet ama istiyorum.Yakında geçer sanırım.
- Çalışmıyorum ya neredeyse tüm vaktimi kız kardeşimin oğlu Emir (3) ve kızı Berre (4) ile geçiriyorum. Berre'nin bana "Sevgi, sen aynı anne gibisin. Bizi mutlu ediyorsun" demesi bana o an için her şeyi unutturuyor. Onun o 30 kiloluk bedenine sarılıp saçlarımı dakikalarca okşamasından duyduğum mutluluğu hiç bir kelimeyle ifade edebileceğimi sanmıyorum. Emir de sürekli kapıya gelip "Sevgi, seni sevmeye geldim. Beni içeri al" diyor. Allah'ın bir lütfu sanki bu çocuklar.
- Bazen çalışıyor olmayı çok istesem de çoklukla hayatım şu küçücük ama göl manzaralı odamda geçse, sonsuza dek burada kalsam, kimseyi görmesem, konuşmasam, insan içine çıkmasam diye düşünüyorum. Sanıyorum ki bu da geçer.
- Benim kişisel tarihim de hep tekerrürden ibaretmiş, bir kez daha anladım.Nerede yanlış yapıyorum da kendimi belli aralıklarla hep aynı noktada buluyorum diye düşünüyorum ancak bir sonuca varmışlığım yok henüz. Hem her şeyin de bir cevabı olmayıversin zaten (?), dimi. İnsanlar, şanslı olanlar ve şanslı olmayanlar olmak üzere iki gruba ayrılıyor diye düşünmeliyim belki de. Verilmiş, verilecek olan mücadelelerden bağımsız bir şekilde hem de. Bilmiyorum işte.
- Bu kadar, bitti.
1.10.2010
dünden - günden
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
8 yorum:
Tercih edilmiş bir yalnızlık lütuftur denir.
Ağlama keyfini sür.
Oyumben, o lütfu ağlamak için kullanmamayı yeğlerdim ben.
16 kilo mu..
dikkat et.
O bücürlere de selamlar.
-caglar
bu yazıdan bi "sıdıka" tadı aldım : )
kim ki sıdıka ne ki ? dersen : )
hııı,,hiç yok bişi sana demedim,,
der konuyu kaparım : )
yani şimdi
yok, atila atalayın tatlı bi öyküsüydü
sonra dizisi filan da olmuştu tv de
baya makaraydı severdim ben : ) diye anlat
yok, orada da, pemcere önü çiçeği sıdıka kızmız : )
günlük başından geçenleri
ev hallerini iç seslerini filan yazar dururdu günlüğüne
yazın onu anımsattı işte bana durduk yere,,,,,,,,diye işte bunları anlatamam : )
yapamam yani bunu
o yüzden
yok canim ne sıdıkası demedim öle bişi,,der geçerim : )
İnsan istiyor ki kalbinde olan yanında da olsun. Belki her şart ve durumda değil ama bazen, bazı durumlarda. Olsun istiyor. Olmayınca da ucu bucağı görünmeyen yerlere doğru kayıyor zihin.
ve aynı anda gözden uzak gönülden ırk derler..
bak bir paradoks daha..
çocuk saflığı ile gelen sevgi.. en hoşu..
insan duş almış gibi hissediyor..
ağlamak da bir çeşit arınmaktır..
ama yine sen ağlama diyesim geldi.. sedensizinden..
bir de şafakın sıdıkası..
çok severdim ben onu.. ve .. annesinin her anlamadığı laf için..
".... deme anneye" demelerini..
sevgimle..
atalet
Çağlarcım,
ederim tabi. Bücürükler de ellerinden öper abisi ;)
Şafakcım;
Sıdıka ha, vallahi çok zekice. Neden mi zekice? Yazmayacağım işte :))
Kendini gerçekleştiremeyen, ait olmadığı bir yerde ve şartlarda yaşayan, ha bire kendi kalmak için mücadele veren o Sıdıka'yı tanımıyorum zira ben :))
Ataletcim,
bedenen değil de en azından ruhen, fikren yanında olsun istiyor insan. olması gerekenle/istenenle olan arasındaki fark ne kadar büyükse o kadar uzuyor sanırım mesafe.
"Ağlama" dan sonra vigül olacaktı...
minicik bir virgülün ettiğine bak...
Yorum Gönder